Birine yalan söylemek zorunda kalınca miğdem bulanmaya başlıyor.Tıkanıyorum,kıvranıyorum.Yalan söylemek zorunda olmak.Kırmamak,üzmemek için.Yapılası birşey olmayınca en son çare budur.Çünkü gerçekleri duyduğunda kırılır insanlar.Üstü kapalı bahaneler her zaman yumuşak gelir.Farkında olsada gerçeği inanmak istemez böylesi her zaman iyidir onun için.Ve bunu başka türlüde ifade edebilirim.Buzlu suyun boğazımı kesmesi gibi sanki anlık hoşnutsuzluktur.Çaresizliğin en küçük birimidir.İçinizde kötülük yoktur yalan söylerken aksine iyilik doludur.Karşındakinin canını yakmamak için söylenen çirkin kelimelerdir.Seni çirkinleştirir.Huzursuz,hoyrat yapar.Miğde bulandırır.Kusamassın.Kussan rahatlayacaksın ama dedim ya asla yapamassın.Ne öyle ne böyledir.Ama asla savunması yoktur su yüzüne çıkınca.Yalan yalandır işte pembesi beyazı siyahı diye ayrım yoktur.En kötü gerçekten daha kötüdür.Ve ben böyle zamanlarda ruhumun bedenime sığmadığını düşünürüm.Sanki kurtulmaya çalışır gibi.Sanki ben benden utanıyormuş gibi.Asla yalan söylemem diyecek kadar dobra biri olamadım hiç bir zaman.Mesela biri benimle buluşmak istediğinde hayır ben seninle buluşmak istemiyorum çünkü... diyen cümleler kuramadım.Kuramamda çıkmaz ki ağzımdan.Elim bile yazamaz.Yapamam işte bunun adı ne bilmiyorum.İyi mi kötü mü bilmiyorum.Ama yapmaya devam etmek istemiyorum.Ne olur bu huzursuzluğun sonu onu hiç bilmiyorum.Evet bu kırk yılda bir başıma gelen birşey ama ben bu durumdan fena halde rahatsız oluyorum.Ve en kötüsüde bu bahaneler geçici.2 gün sonra tekrarlıyor.Hadi bakalım başka bahaneye.Lütfen ısrar etme artık içimi oku lütfen.İstemiyorum arkadaşım .. Çünkü benim sendeki sıfatım arkadaş değil.Aynı şey değil.Sen benim canım arkadaşımsın.Bu kadar.Belirsizliklerinle yorma beni..Sıkılıyorum gerçekten rahat olamıyorum.OOoof.
Kapalı bir sandığın içinde günışığına çıkmayı bekleyen, kıymeti bilinmemiş bir define değilim ben..Hakkımda soracağın her sorunun cevabı üç aşağı beş yukarı sende saklı zaten..Beni keşfetmeye çalışmanı da keşfettiğini sanmanıda istemem..Tanımak zorunda değiliz birbirimizi, daha bir arpa boyu tanıyamamışken kendimizi..Başkaları hakkında edinilen bilgiler,çöplükten gelişigüzel çıkarılan yiyeceklere benzer..Tadına varamayacak olduktan sonra, kokutmak zorunda değiliz beynimizde...
Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Durmadan düşmüyor muyuz? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine... duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz.. "Nietzsche"
Ben yolumda yürüyordum, sonra o ışıklar gözlerimi aldı ardından söndüler. Hep zayıfmış o birlikte dans ettiğim ışıklar. Sonra yıldızlar kayarmış yukarda ben görmesemde, kulağıma fısıldayan denizmiş,hep yaparmış öğrenmeliymişim. Biri vardı bi zamanlar... tanıdığım, güzel hayalleri vardı ama dediki dün rüyamda 'benim hayallerim yok sen üzülme'. 'Üzülme' dedi 'bugün yazı geldi belki yarın turayı seçersin'.
''İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için. Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişiyi bırak ve şu anda kimsen o ol.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder